Afleveringen
-
Şükrü Erbaş - İnsanın Acısını İnsan Alır
Seslendiren: Yusuf Can Gökkaya
"...insan bağışlayarak yener yanlışı. insanın acısını insan alır. iyilik böyle kolay yenilmez..." -
Öykü: Oktay Akbal - Büyükbabam ve Ben
Seslendiren: Yusuf Can Gökkaya
"TENTELİ bir arabaya binerdik. İstasyonun önünde sıra sıra dururlardı. Arlan mavili kırmızılı kurdelelerle süslü... Tren yolculuğu uzun sürerdi. Yoksa bana mı öyle gelirdi? Bir bayram sabahıdır, Şehzadebaşı'nda kırmızı bir tramvay bizi Köprüye götürmüştür. Bir vapur bizi beklemektedir. Haydarpaşa' da da bir tren.. Feneryolu, Kızıltoprak. Bakardım pencereden gerçekten bu yerin toprakları kızıl mı diye! Sonra Göztepe, derken Erenköy ... Hep boynu eğik dururum resimlerde. Neden, bilinmez. Küçük yaşta babasız kalacağımın belirtisi mi, bir önsezi mi? Oysa mutlu olmalıydım. Annem, babam evimiz!.. der Ziya Osman Saba, daha ne olsun? Bakıyorum çekmelerdeki eski fotoğraflara, hepsi birbirine benziyor. Solgun, mahzun, düşçü bir çocuk. .. Okul fotoğraflarında çevremdeki çocuklara bakıyorum : Dimdik durmuşlar, ateşli bakışları yıllardır sönmemiş, kendilerine güven içindeler. .. Bir hüzün var benim resimlerimde! Beni içinde yaşadığım mutluluktan koparan bir şeyler. .. Bir korku mu? Gelecek yılların tatsız bunalımlarının kuşkusu mu? Niye mahallenin öteki çocukları gibi cami avlusunda top ardında koşmuyordum, niye kapı önlerinde bilye oynamıyordum, niye aşağı mahallelerdeki taş kavgalarına katılmıyordum? Varsa yoksa dergilerdi, kitaplardı, filmlerdi dostlarım, arkadaşlarım ..." -
Zijn er afleveringen die ontbreken?
-
Öykü: Ümit Ahmet Duman - Terk Etmeyen YalnızlığımSeslendiren: Yusuf Can Gökkaya"Dedim sana dostum, yalvardım o gece, beni benle yalnız bırakma diye. Sen ise o izbe bile diyemeyeceğim, kıt ışıklı köhne odada dördüncü olmayı tercih ettin. Ne anlıyorsan o meretten, aynı laflar, aynı sözler, kinlenmeler, ortaklıklar, taş çalmalar… Düzenbazlıkları öğrendiğin, ilk sigaranı dudaklarına sürdüğün, ilk aşklarını korkusuzca paylaştığın hücreyi tercih ettin, yuh olsun sana.Korkarım efkârlandım, dolunayda bir fena bu akşam, ilkokulumuzun arka duvarına dayayacağım sırtımı, sana sormadım ama, param bir litrelik köpek öldürene yettiğinden, açtırdım da şişeyi mahalle bakkalı abime, “Ooo delikanlı gene efkârlanmışsın bu gece afiyet olsun,” sözleri ile yollandım düş dünyama."
-
Öykü: Belgin Usta Güç - Yokum (İshak Edebiyat, 2024)
Seslendiren: Bakış Kutlu Kurtuluş
"
On… Dokuz… Sekiz. Git başımdan.
On… Dokuz… Sekiz. Belki daha hızlı saymalıyım. Sıfıra kadar saydığımda gitmiş ol.
On… Dokuz… Sekiz. Neden gitmedin? Öyle dediler, gitmen gerekirmiş. Bak sayılar yine hırpalıyor beni.
On, dokuz, sekiz, yedi. Dur, kaybolma, sıfıra kadar zaman var, gitme, biraz daha kal. Dün bulaşıkları yıkarken sesini hatırlamadığımı fark ettim. Dehşete kapıldım. Konuş benimle, sesini özledim. Ama en çok gamzeni. Sonra ıslık çalışlarını, apartmana girdiğinde merdivenlerden gelen ıslığını, çok içtiğin için son yıllarda belirginleşen göbeğini, özensizce kestirdiğin saçlarını, ağaran sakalını, kirli gözlüklerini, seviştiğimizdeki terinin kokusunu. Yüzündeki şu kırmızı lekeyi neden silmedin? Ne zaman bu kadar acımasız oldun sen?" -
Konser Mumu
Yazan & Seslendiren: Yusuf Can Gökkaya
"İnanmak işte: eylemi baki, şekli dilediğimiz gibi..." -
Öykü: Ankara Expresinde Zaman - Emame Akman HarmancıSeslendiren: Yusuf Can Gökkaya"Rayların üzerinde akıp gidiyordu tren. Vagonların altından gelen düzenli tıkırtılar uykusunu getirmişti. Birkaç saat daha yolu vardı İstanbul’a. Cama başını yaslayıp yemyeşil manzarayı seyre koyuldu. Uzun sürmesine rağmen seviyordu tren yolculuklarını. İnsanların uğramadığı ıssız ormanların ve heybetli dağların arasından geçerken kendini bitimsiz bir maceranın kahramanı gibi hissediyordu. Biraz ilerideki camın bir tanesi açıktı. Hoş bir serinlik doluyordu içeri. Beraberinde mis gibi bir orman havası. Gözlerini yumdu. Birkaç dakika sonra ağırlaşan göz kapaklarını açtığında yağmurun hafifçe çiselediğini gördü hayal meyal. Cama düşen narin damlacıkları izlemeye mecali kalmadı. Tatlı bir uykunun kollarına teslim oldu."
-
Öykü: Sait Faik Abasıyanık - Şehri Unutan Adam
Seslendiren: Yusuf Can Gökkaya
"Çoktan beri şehre inmemiştim. O gün insanları sevebilmek arzusuyla otelin kapısını açtığım zaman, karşıma ilk çıkan insan, bir küfeci çocuğu oldu. Kirli, soluk yanaklarına, çıplak ayaklarına merhametle değil, sevgi ile baktım. Zaten otelin kapısından bu niyetle çıkmamış mıydım?" -
Öykü | O.Henry - New York'u Nasıl Sevdi?
Seslendiren: Yusuf Can Gökkaya
"Raggles'in başka birçok özelliğinden başka üstelik bir de şairliği vardı. Serseri diye anılıyordu, ama bu ona düşünür sanatçı, gezgin, doğa bilimci, kâşif demenin dolambaçlı bir biçimiydi. Aslında şairliği bunların hepsinin üstündeydi. Raggles yaşamında tek bir dize yazmış değildir; o şiirlerini yaşardı. Başyapıtını yazmaya girişseydi ortaya iki satırlık saçma bir beyitten başka bir şey koyamayacaktı. Ama biz esas olarak onun şairliği üzerinde duralım, ilerisine gitmeyelim. Raggles kâğıda kaleme başvurmak zorunda kalsaydı kentler üzerine şiirler yazardı. Kadınlar aynadaki yansımalarını, çocuklar kırılan bir bebekten kopan parçaları, yaban hayvanları üzerine yazı yazanlar hayvanat bahçelerindeki kafesleri nasıl gözden geçirirlerse o da kentleri öyle incelerdi. Raggles için bir kent birçok insanı içine alan bir tuğla ve harç yığını değildi. Birçok yaşamı bir araya getiren; kendine özgü bir çeşnisi, kendine özgü duyguları ve benliği, kendine özgü bir ruhu olan, şairane bir varlıktı." -
Ümit Yaşar Oğuzcan - Dağ Rüzgarı
Seslendiren: Yusuf Can Gökkaya
Keyifli dinlemeler...
-
Şiir: Ümit Yaşar Oğuzcan - Her Sabah Seninle Başlar
Seslendiren: Yusuf Can Gökkaya
Müzik: Can Atilla - Hamamda İlk Gözyaşları
"Önce gözlerin girer odamdan içeriSonra ellerin, saçların dudaklarınBir bir hatırlarımHer sabah senin olan ne varsaYüzüm aydınlanırŞarkılar söylemek gelir içimdenYakında bir kuş öterUzaklarda bir tren sesiSonra kornalar, çocuk ağlamalarıVapur düdükleriSesler bir uğultu halinde yükselir büyük şehirlerdenVe alışılmış bir yaşamaktır çöker omuzlarımaSarar benliğimi birdenBüyük, devamlı dalgalar halinde duygularımHer sabah seninle başlarVe ben her sabahTa içimde bir ağrı gibi yokluğunu duyarımHer sabahRezil insanlar bekler her köşebaşında beniYüzleri, yürekleri kadar kirlidirBiri gider, biri gelirBiri gider, biri gelirYakamda duygusuz iğrenç elleriVe soğuk gözbebekleri gözlerimdeO alışılmış yaşamak ki her sabahİğreti bir elbise gibi durur üzerimdeBir isyandır sarar içimiHer şeyi üzerimden çıkarıp atasım gelirFakat insanlar, insanlar bırakmaz beniBiri gider, biri gelirHep aynı ses, aynı şarkıAynı sağır gökyüzüDilsiz bir denizKör bir düzenHep aynı kör döğüşüYalancı yüzler, aptalca bakışlarO iki yüzlü selamlarHep aynı tempoda geçen manasız bir günHep o değişmeyen puslu ikindi üstleriVe hep aynı yorgun, zoraki akşamlarYa o geceler satılmış, utanç doluBüyük avizelerin aydınlattığı sefil yüzlerimizRenkli kumaşlar, altın kol düğmeleriKristal kadehlerde kral içkilerO hesaplı dostluklarSatın alınmış sevgilerBen alışılmış şeyleri sevmem, bilirsinYaşamaksa dilediğim gibi yaşamalıyımSevmekse gönlümce sevmeliyimKendi ellerimle yazmalıyım alın yazımıÖlmekse istediğim anda ölmeliyimve yaşıyorsamHer şey bambaşka olmalı seninleAlışılmış şeylerden öteYalanlardan, düzenlerden uzakYeter, yeter artıkDönmesin o eski plakHer şey gölümüzce olsunBulsunDilediği zaman ellerim elleriniPaylaşalım seninle bütün geceleriSabahları, akşam üzerleriniGörülmemişi görelim, tadılmamışı tadalımŞarkılar söyleyelim kimsenin bilmediğiYüzüm her zaman aydınlık olsun aydınlığındaHer zaman sevgiyle gülsün gözlerimin içiYeter artık, yeterKırılsın o çemberlerSarsın her yanımızı bir yaşama sevinciAyrılıklar, kederler, gözyaşları bitsinBütün bir ömür boyuncaSeninle başlayan sabahlarımSeninle sürüp gitsin.
-
Öykü: Ümit Yaban - Kavaklar (İshak Edebiyat)
Seslendiren: Yusuf Can Gökkaya
"Sonra bir anda ismim sokakta çınladı, ben arkamı döndüm annemin koşarak bize yaklaştığını gördüm. Bir yanda Gazi abinin kırbacının sesi diğer yanda annemin sokağı inleten tiz sesi… Annem hem bağırıyor hem de ayakları önden fırlayacakmış gibi duran terlikleriyle bize yaklaşıyordu. Mesafe kısalıyor, yüzündeki anlamsız ifadede belirgin bir hâl almaya başlıyordu. Ama ben yine de annemin yüzünden geçen ifadeleri okumakta zorlanıyordum. Şah damarı nehirdeki balık kadar oynak görünüyordu. "
-
Öykü: Çilem Dilber - Şam Şeytanı
Seslendiren: Yusuf Can Gökkaya
"Kalabalığın ağır hüznünü aşıp salondan geçiyoruz. Üzerimizde onlarca ıslak bakış. Kerim’le aynı yaşlarda olduğumuzu düşünüp biraz da kızgınlık duyuyor olmalılar. O öldü siz niye hâlâ yaşıyorsunuz? Ne biçim arkadaşsınız siz? Odalarda acılı bir telaş. Yemekler, çaylar, mutfaktan taşan kadın sesleri, ara sıra yükselen yavaş yavaş kısılan ağıtlar. Kapıda ayakkabı çiftleri darmadağın. Hava çoktan kararmış, geçen zamanın farkına varmamışız. Zaman boşlukta bir yerde, ayın karanlık yüzü gibi asılı kalmış. Yetişecek bir yerimiz varmış gibi telaşlı adımlarla geçiyoruz sokağı. Burnumda helva kokusu. Bırak yemeyi daha sittinsene görmek istemiyorum. Midemde hiç geçmeyecek gibi bir bulantı. “Sen yedin mi helvadan,” diye soruyorum Halil’e. Dünyanın en önemli sorusuna cevap verir gibi adımlarını yavaşlatıp yüzüme bakıyor. Başını sağa sola sallıyor. "
-
Öykü: Serkan Türk - Yeri Sarsılan
Seslendiren: Yusuf Can Gökkaya
"Onu televizyonda gördüğümde şaşırdığımı söyleyemem. Her yerde karşımıza çıkabilecek tipte bir insandı. Kamyonun kasasına çıkmış kavun tartarken, komşu teyzenin odasını boyarken, mahalle arasında top sektirirken gördüğümde nasıl çakılı durduysam yerimde ekranda boy boy fotoğraflarını gördüğümde de öylece kaldım.
Kaybolmuş.
Böyle bir şeye ihtimal vermedim. Karabatak gibi zaman zaman ortalarda gözükmez sonra birden pat diye bakkalla tavla oynarken denk gelirdim ona. Parkta çocukların balonlarını şişirirken yahut ağaçları budarken."
-
Öykü: Mehmet Ali Kaba - Need A Job Done? (İshak Edebiyat)
Seslendiren: Bakış Kutlu Kurtuluş
"Sahilden eve doğru yürürken gördüm tabelayı. “Need A Job Done?” Neon tabelanın altında kayar bir yazı daha vardı. “Halledemediğiniz bir..."
-
Öykü: Anıl Çetinel Örselli - Foto... Foto... (İshak Edebiyat)
Seslendiren: Yusuf Can Gökkaya
"Tabelayı okumak için iyice yanaştım.
Foto Günay.
Gözümü kıstım, baktım olmuyor yakın gözlüğünü çıkardım iç cepten. Taktım. Numarası mı büyümüş nedir. Okumaya gayretlendim.
Fo…to Gü…nay
Elimdeki kâğıtta yazanla tabelayı karşılaştırdım. Doğru!
Kendi el yazım bile yabancı geliyorsa artık bana... Yok, yok, o kadar kocamadım daha! Alelacele not aldıysam zaar. Damatların diz çöktüğü, gelinlerin de tebessüm ettiği o yalancık fotoğraflardan mütevellit camekanın önünde böylesi oyalanınca içeriden çırak fırladı hemen.
“Yardımcı olalım dayı! Vesikalık mı?”
-
Öykü: İrem Nas - Kızlar Kalpli Şeyleri Sever (İshak Edebiyat)
Seslendiren: Yusuf Can Gökkaya
Oysa kalp bir görme organı değil
Âşıklar ve küçük kızlar için bir kurabiye biçimidir.
“Ben bu adamla evlenmeye nasıl karar verdim biliyor musun Hakan’cığım,” diyor, Vedat Abi’nin Sevoş’u.
Stiletto model protez tırnaklarını Cartier kolyesinin zincirinin üstünde gezdiriyor. “İkinci ay dönümümüzde senin bu Vedat Abin bana kurabiye yapmıştı. Hem de kalpli, inanabiliyor musun? İşte o zaman ben bu adamla evlenirim, dedim.”
Sevoş, Vedat Abi’ye dudaklarını uzatmaya gerek duymadığı bir öpücük gönderiyor. Vedat Abi, Beymen gömleğinin cebine pat pat vurarak eyvallah ediyor ona. Bu öpücüğün eylemsizliğinin masama bırakılan faturasını gider gösterip vergiden düşebilir miyim, diye düşünüyorum. Dolgulu bir dudağı öpmenin neye benzediğini merak ediyorum. Sen kapıdan girene kadar tabii. Çünkü seni gördüğüm anda vergiden düşülecek bütün faturalar origami kuşlara dönüşüp ofisin içinde uçmaya başlıyor.
-
Öykü: Cem Alan - Cansever'in Elli Tonu (İshak Edebiyat)
Seslendiren: Yusuf Can Gökkaya
“Lan okul kapalı Apço, yaz tatilindeyiz. Nasıl kazan dairesine girecekler?” dedim. Yalan olduğunu biliyordum ama gene de müthiş içim sıkılıyordu. Uygar Abi orta sondan sonra okula gitmemişti, lise çağındaydı ama çeşitli işlerde çalışan bir erken büyüyendi. Şimdi bir gazete bayisinde çalışıyor, her seferinde dayanamayıp porno dergilerin siyah poşetini yırtıp okuduğu için de patronundan düzenli olarak dayak yiyordu.
“Tahsin abinin oğlu lan adam, kazan dairesinin anahtarı var evlerinde,” dedi. Tahsin abi okulun temizlik işçisiydi. Mantıklı konuşmuştu Seyit. Gerçek olabilirdi. Ağzına bir iki çekirdek daha attı. “Dün, öğlenleyin ikide Melis’i buraya getirip si...” derken iki elimle yakasına yapıştım.
-
Öykü: A. Emre Navgasın - Zalim (İshak Edebiyat)
Seslendiren: Yusuf Can Gökkaya
"İnsan ne zalim değil mi? Büyük kâğıdı bilerek ıslattım, bunun iki sebebi var. Birincisi canım öyle istedi, ikincisi bunca harf belki de yıllarca denize bu kadar yakın olup da hiç deniz nedir bilmeyecekti. Sence bu zalimlik olmaz mıydı?"
-
Öykü: Gamze Güller - Kara (İshak Edebiyat)
Seslendiren: Yusuf Can Gökkaya
"Anlatacağımız hikâye oldukça sıradan aslında. Bir adam var, bir de köpek. Olaylar onlarla ilgili. Köpeğin adı yok ama apartmandakiler ona Kara diyorlar. Çok da kara değil aslında. Bir iki kara lekesi var o kadar. Onun dışında sarımsı kahvemsi bir renk. Belki o karalıklar da kirdir. Yakından görmedik. Ya da çocuklar koymuştur bu ismi kim bilir. Çocukların tuhaflıklarına akıl sır ermez. Adamın adı başka ama ona da B. diyeceğiz. Öykülerdeki isimler hep eskide kalmış diye bozulanlar var. Öykü kahramanı Bulut, Berke, Buğracan olur mu? B. diyelim geçelim şimdilik. İdare etsinler. Ana babasına sormak lazım neden eski bir isim koymuşlar. Muhtemelen dedesinin adıdır. "
-
Öykü: William Faulkner - Emily İçin Bir Gül
Seslendiren: Yusuf Can Gökkaya
Türkçesi: Müjde Dural
"Bekâr bayan Emily Grierson ölünce, tüm kasaba cenaze törenine katıldı, erkekler yıkılmış bir abideye gösterdikleri bir tür bağlılık ve saygıdan, kadınlarsa daha çok evin içini görme merakından cenazeye katıldılar. Son on yıl içinde hem aşçılık, hem bahçıvanlık yapan uşak dışında kimseyi görmemişlerdi.
Bir zamanlar en seçkin caddemiz olan sokakta, yetmişlerin ağır, parlak tarzında, kubbeli dekorasyonlu, sivri çatılı, yuvarlak balkonları olan, vaktiyle beyaza boyatılmış, büyük bir evdi. Fakat çırçır makineleri ve garajlar, çevredeki en saygın kişilerin evlerini bile bozmuştu, sadece Bayan Emily'nin evi kalmıştı ki, o da göz zevkini bozan benzin pompaları ve pamuk kamyonlarına karşın, inatla ve koketçe yavaş yavaş çürümekteydi. Ve şimdi Bayan Emily de Jefferson muharebesinde ölen kimi rütbeli, kimi isimsiz Konfederasyon ve Birlik askerlerinin arasında, beton mezarlıkta yatan diğer saygın isimlerin temsilcilerinin yanma gidiyordu. Bayan Emily, sağlığında kasabalılar için adeta miras kalmış bir gelenek, görev, bir çeşit yükümlülüktü; 1894'te, zenci kadınların önlük giymeden sokakta dolaşamayacaklarını ilan eden belediye başkanı Albay Sartoris, kadının babası ölünce, onu vergiden muaf tuttuğu günden beri böyleydi. Bayan Emily böyle bir ianeyi kabul etmeyeceği için de, Albay, kadına babasının vaktiyle kasabaya kredi verdiğini ve kasabanın bu krediyi iş icabı bu şekilde ödeyecekleri yalanını uydurmuştu. Ancak Albay Sartoris gibilerin nesli ve düşüncesi böyle bir yalan uydurabilir ve ancak bir kadın bu yalana inanabilirdi."
- Laat meer zien