Afleveringen
-
Bir varmış, bir yokmuş... Acaba bizim Keloğlan, belalı mı belalı Kırk Haramiler'e nasıl bulamış...
-
Zaman zaman içinde, evvel zaman içinde, üç oğluyla yaşayan bir terzi ve bir de keçisi varmış... Üç oğlan, dönüşümlü olarak her gün keçiyi otlatmaya götürürmüş. Bir gün büyük oğlan keçiyi otlatmaya çıkarmış. Günün sonunda oğlan keçiye doyup doymadığını sormuş. Keçi meleyip doyduğunu söylemiş. Bunun üzerine oğlan ve keçi eve dönmüşler. Keçiyi ağılda gören Terzi, keçiye aç olup olmadığını sormuş. Keçi ne dese beğenrsin! "Bütün gün dağ bayır gezdim, açım aç!". Bu duruma sinirlenen keçi büyük oğlunu evden kovmuş...
-
Zijn er afleveringen die ontbreken?
-
Βir varmış, bir yokmuş... Zamanın birinde bir eskici varmış. Zengin semtlerinde kapı önlerine bırakılan eskileri toplar, geçimini öyle sağlarmış. Çok yoksulmuş. Lakin mutlu ve neşeliymiş. Bu zengin sokakların birinde kuyumcunun evi varmış. Kuyumcu, her gün artan altın ve paralarını sayar, kalan zamanında da ya bunlar çalınırsa diye endişelenir, uykuları kaçarmış. Günlerden bir gün Eskici, Kuyumcu'nun sokağından geçiyormuş. Eskici'nin sesini duyan Kuyumcu, camdan seslenip O'nu evine çağırmış...
-
Keloğlan pazara vardığında iki tavuğunu satmak için dolaşmaya başlamış. Bir adam Keloğlan'ın iki tavuğuna bir altın vermiş, ancak Keloğlan tavuk başına bir altın istemiş. Neyse... Fiyatta anlaşamamışlar. Aradan biraz zaman geçmiş. Bu sefer Keloğlan'ın yanına yaşlı bir adam yaklaşmış ve O'na ilginç bir takas önermiş. Cebinden bir kağıt parçası çıkarmış ve açmış. Bu bir hazine haritasıymış. Keloğlan'ın iki tavuğuna karşılık ona bu hazine haritasını teklif etmiş. Kendisinin yaşlı olduğunu, hazineyi arayacak gücü kuvveti olmadığını söylemiş. Bu teklif bizim maceracı Keloğlan'a cazip gelmiş ve teklifi kabul etmiş...
-
Bir varmış, bir yokmuş... Evvel zamanda, küçücük, şirin mi şirin, güzel bir ülke varmış. Fakat ülkenin kralı Kral Bilyegöz, ülkesinin güzelliğinden bir habermiş. Çünkü sarayından hiç çıkmazmış. O'nun tek tutkusu hazinesindeki altınlarıymış. Her akşam hazinesine gider, altınlarını sayarmış. Gel zaman git zaman, Kral Bilyegöz sarayının penceresinden bahçesinin güzelliğini farketmiş. İç sesiyle bir süre cebelleştikten sonra bahçeye adımını atmış. Çiçeklerin ve meyve ağaçlarının arasında dolanıp bir söğüt ağacının gölgesinde oturmuş. Gölgenin keyfini çıkarken arkasında bir ses duymuş. Arkasını döndüğünde yamalı kıyafetleriyle bir adamın O'na baktığını görmüş...
-
Bir varmış, bir yokmuş... Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken küçücük bir kasabada bir baba ve üç oğlu yaşarlarmış. Lakin hiç mutlu değillermiş. Çünkü oğlanlar birbirleriyle hiç anlaşamazlarmış. Babanın tüm çabalarına rağmen çocuklar adamı dinlemezler ve kavgalarına devam ederlermiş. Günlerden bir gün baba, oğullarını çağırmış. Üç dal parçasını birbirine sıkı sıkıya bağlayıp büyük oğluna uzatmış ve bu yapıyı kırmasını istemiş...
-
Bir varmış, bir yokmuş... Allah'ın kulu çokmuş. Bu kullardan biri de tek başına, küçük bir kulübede yaşarmış. Kulübenin yemyeşil bahçesinde küçük bir armut ağacı varmış. Bu armut ağacı her gün sadece iki armut verirmiş. Adam da bu iki armudu yiyerek hayatına devam edermiş. Bu yüzden de O'na Armudi Bey derlermiş. Bir gün, Armudi Bey dolaşmaya çıkmış. Yolu bir ormana varmış. Ormanda kuş cıvıltılarının yanı sıra bir ses duymuş...
-
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zamanda, denizler ülkesinde bir sahil kasabında yoksul bir balıkçı ve karısı yaşarlarmış. Yoksul balıkçı ağını denize atar, ağından ne çıkarsa onunla evine dönermiş. Fakat yoksul balıkçının bir özelliği varmış. Ağını sadece yedi kez denize atarmış. Ne altı, ne sekiz. Sadece yedi kez. Yine bir gün avlanmaya başlamış. Ağını atmış. Bir, iki, üç, beş, altı! Hiç balık tutamamış. Farkındaymış bunun son denemesi olacağının. Dualar etmiş ve ağını sulara bırakmış. Bir süre bekledikten sonra ağı yavaş yavaş çekmiş. Bir de ne görsün! Ağın içinde kocaman, pırıl pırıl parlayan bir balık! Güzelce balığa kayığına çekmiş ve küreklere asılıp evin yolunu tutmuş. Yarı yola geldiğinde bir ses duymuş: Balıkçı beni ne yapacaksın? Meğer konuşan balıkmış...
-
Evvel zaman içinde, güzel mi güzel, küçük bir ülkenin kral ve kraliçesi varmış. Kral ve Kraliçe adaletli, iyi yürekliymiş. Halk Onlar'ı çok severmiş. Uzun bir bekleyişten sonra, nihayet Kral ve Kraliçe'nin bir kız çocukları olmuş. Öyle mutluymuş ki Kral ve Kraliçe, saatlerce bebeklerini seyrederlermiş. Bebeğin vaftiz töreni yapılacakmış. Ülkedeki bütün periler vaftiz törenine davet edilmiş. Perilere birçok hediye hazırlamış. Yemekler yendikten sonra periler Prenses'in etrafında toplanmış ve Prenses için dilekte bulunmuş. İlki güzellik, ikincisi canlılık, üçüncüsü ise yumuşak huylu olmasını dilemiş. Derken öfkeli bir peri salona girmiş. Kötü yürekli bu peri tüm perilerle kavga eder, ormanda yıkık bir kulede tek başına yaşarmış. Vaftiz törenine çağırılmadığı için çok öfkeliymiş. Sopasını kaldırmış ve Prenses'i lanetlemiş. Lanete göre Prenses 16 yaşına geldiğinde eline batan bir iğne sebebiyle ölecekmiş...
-
Bir varmış, bir yokmuş... Eski zamanlarda, şehrin birinde Fatma adında bir kız, ailesi ile yaşarmış. Bir talihsizlik sonucu Fatma'nın annesi ölmüş. O günden sonra Fatma babasıyla yaşamaya başlamış. Şehir de bir de kına yapan bir kadın yaşarmış. Fatma kınayı çok severmiş. Kına yaptırmak için Kınacı Kadın'ın yanına gitmiş, ancak Kınacı Kadın Fatma'ya kına yapmamış. Ona bir şartla kına yapacağını söylemiş. O şartı ise Fatma'nın babasının kendisi ile evlenmesiymiş...
-
Bir varmış, bir yokmuş... Eski zamanlarda küçük bir krallık varmış. Halk çok mutluymuş. Ülkenin tüm derdi Kral ve Kraliçe'nin bir çocuklarının olmamasıymış. Günlerden bir gün Kral'ın büyücüsü Kral'ın huzuruna çıkmış ve O'na bir iyi bir de kötü haberi olduğunu bildirmiş. İyi haber Kral ve Kraliçe'nin bir kızlarının olacağıymış. Kötü haber ise Prenses'in 18 yaşında öleceğiymiş...
-
Evvel zaman içinde, bir padişah ile vezirinin aynı yaşta kızları varmış. Kızlar tüm günlerini birlikte geçirir, çok iyi anlaşırlarmış. Bir gün kızlar sarayın penceresinde oturmuş dışarıyı izlerken yoldan geçen Saka Güzeli'ni görmüşler. Saka Güzeli'ne seslenip sormuşlar: Söyle bakalım Vezir'in kızı mı, yoksa Padişah'ın kızı mı? Saka Güzeli, ikisini de tanıyormuş. "İki güzel yan yana. Vezirin kızı bu diyarın en güzeli." diyip yürümüş. Bunu duyan Padişah'ın kızı derdinden yataklara düşmüş ve o günden sonra Vezir'in kızıyla hiç görüşmemiş. Saraya ne doktorlar, ne alimler geldiyse de kızı iyi edememişler. Bir gün, Padişah'ın kızı saraya gelen doktorlardan birisini gözüne kestirmiş. "Hekim, söylediklerim aramızda kalacak. Babama diyeceksin ki, kızınızın derdi yüreğindedir. Şifası da Vezir'in kızının kanıdır. Dersen seni baş hekim yaparım. Yoksa kelleni vurdururum..."
-
Bir varmış, bir yokmuş... Ülkenin birinde, yemyeşil ağaçların çevrelediği, derelerin aktığı güzel bir köyde yaşayan yakışıklı bir delikanlı varmış. Delikanlı'nın kimi kimsesi yokmuş. Bir evi, bir tarlası, bir de güzel mi güzel bir atı varmış. Delikanlı yakışıklı olduğu kadar dürüst ve cesurmuş da. Herkes O'na aşıkmış, fakat o köydeki kızları yeteri kadar güzel ve hamarat bulmazmış. Bu yüzden atına atlamış ve evleneceği kızı bulmak için yola çıkmış... Gece gündüz demeden sürmüş atını. Bir dere kenarında mola vermiş. Nevalesini açmış. Tam yemeye başlayacakken yanına yaşlı bir adam belirmiş...
-
Kızılderili adam oğluyla birlikte yaşıyormuş. Tek varlıkları güzel atlarıymış. Bir gün atları çiftlikten kaçmış...
-
Bir varmış, bir yokmuş... Evvel zamanda güzel mi güzel bir köy varmış. Köy olur da tavuğu horozu olmaz olur mu! Bizim horoz da bir kümeste yaşarmış. Bir gün kümeste dolanırken yerde altın renginde parlayan bir şey görmüş. Yaklaşıp bakmış ki, bir mısır tanesi. Hemen mısır tanesini almış, kümesten çıkmış. Oraya mı saklasam, buraya mı saklasam derken mısır tanesi yola fırlamış. Tam o sırada sarayın arabası yoldan geçiyormuş. Mısır tanesi, saray arabasının tekerine yapışıp arabayla birlikte saraya doğru bir yolculuğa başlamış. Horoz durur mu! O da mısır tanesinin peşine düşmüş...
-
Evvel zamanda, bilinmeyen bir ülkede, birbirini çok seven bir karı koca varmış. Adam tüccarmış. Hali vakti yerindeymiş. Ailenin tek eksiği bir çocuklarının olmayışıymış. Gece gündüz bir çocukları olsun diye dua ederlermiş. Bir gün Tüccar işe giderken bir pınarda mola vermiş. Sofrasını kurmuş. Tam yemeğe başlayacakken yaşlı bir adam gelmiş yanına. Tüccar adamı sofrasına buyu etmiş ve birlikte karınlarını doyurmuşlar. Yaşlı adam heybesinden bir elma ve bir de nar çıkarıp bunları Tüccar'a uzatmış ve şöyle söylemiş...
-
Bir varmış, bir yokmuş... Evvel zamanda üç oğlu olan bir kral varmış. Oğulları büyüyen Kral, bir gün oğullarını çağırmış ve onlara artık kendilerine bir eş bulmalarını söylemiş. Büyük oğlan en güzel kıyafetlerini giyip doğuya doğru yola çıkmış. Yolda giderken bir saraya rast gelmiş ve bu sarayın Prenses'ine aşık olmuş. Nişanlanmışlar. Ortanca oğlan da en güzel kıyafetlerini giyip Batı'ya doğru yola çıkmış. Az gitmiş, uz gitmiş ve bir saraya varmış. Kral'ın kızıyla birbirlerini görüp aşık olmuşlar ve nişanlamışlar. Küçük oğlan gitmeyi hiç istemiyormuş, ama Kral babası istediği için düşmüş yollara. Öylesine bir patikadan yürümeye başlamış. Yol onu rüya gibi bir göle götürmüş. Çevreden bulduğu bir fındık dalıyla suyun üzerinde şekiller yapmaya başlamış...
-
Bir varmış, bir yokmuş... Evvel zamanda Beyoğlu yaşarmış. Yiğit mi yiğit, yakışıklı mı yakışıklıymış. Beyoğlu her gün atına biner, bahçeleri dolaşırmış. Yine bir gün bahçeleri gezerken, Fesleğenci kızın bahçesinde durmuş ve Fesleğenci kızla konuşmaya başlaşmış...
-
Beyinde 2000 çikolata yemekle eşdeğer ödül uyaranı sağlayan şey nedir? İyi dinlemeler!
-
Bir varmış, bir yokmuş... Evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde, devler eski hamamda tellal, pireler şehirde berber iken, nerede olduğu bilinmez bir ormanın için küçük bir kulübe varmış. Bu kulübenin içinde yaşlı kadın oğlu Tezgeldi ile yaşarmış. Tezgeldi hasta annesine baktığı için kasabasından uzaklaşamazmış. Ancak bu durum annesini çok üzüyormuş. Yaşlı kadın oğlu Tezgeldi'ye şehre gidip çalışmasını, ömrünü artık burda tüketmemesini yineliyormuş. Yine ana-oğul bir gün böyle konuşurlarken Tezgeldi 'Peki' demiş. 'Şehre gideceğim, ama çok çalışıp çok kazanıp buraya geri döneceğim ve seni saray gibi bir evde yaşatacağım' demiş. Hazırlanmış ve yola koyulmuş. Günlerce yol yürümüş. Artık kaybolduğunu düşünmeye başladığı sırada kocaman bir kapının önünde bulmuş kendini...
- Laat meer zien